Tunus’un mavi beyaz küçük cenneti: Sidi Bou Said!
Sidi Bou Said Tunus’ta Nerede?
Sidi Bou Said, Tunus’un başkenti Tunis’in kuzeyinde yaklaşık 20 km mesafede yer alan mavi beyaz küçük bir cennet. Tunus körfezine hakim bir tepede yer alan bu güzel ve şirin belde yaklaşık 5-6 bin kişilik bir nüfusa sahip. Sidi Bou Said’i meşhur yapan özelliklerse şüphesiz beyaza boyanmış evleri ve bu evlere eşlik eden mavi pencereler ve birbirinden güzel işlemeli masmavi kapılar. Mavi beyaz cennetin bir de oturup dinlenilecek ve Akdeniz’in o güzel havasını soluma imkânı veren kafeleri meşhur tabiki. Burda sizi karşılayacak en güzel süpriz ise benim içmelere doyamadığım “thé à la menthe” yani nane çayını yudumlamak.
Sidi Bou Said Tarihi
Şehir ismini, 13. Yüzyılın başlarında burada yaşamış olan dönemin önemli dini şahsiyetlerinden biri olan Sidi Bou Said’den almış. Aradan geçen 5 yüzyıl sonra yani 18. yüzyılda Tunus’taki Hüseyni hanedanı mensupları buraya yerleştiklerinde kendileriyle beraber dönemin yazar ve müzisyenlerini de buraya getirip yerleşmelerini sağlamışlar. O dönemden bu yana Sidi Bou Said bir yazar ve sanatçılar beldesi olarak ün yapmaya başlamış. Belde’yi gezip görenler ve hatta bir dönem orada yaşayanlar arasında Avrupa’nın tanınmış yazar ve sanatçıları Colette, Simone de Beauvoir, André Gide, Henri Matisse, Michael Foucault ve Paul Klee de bulunmakta. İsviçreli ressam Paul Klee 1914 yılında sanatçı arkadaşları Gustave-Henri Jossot ve August Macke ile beraber gelir buraya. Hatta Macke o sene Sidi Bou Said denince akla ilk gelen yerlerden biri olacak olan Cafe des Nattes’in bir sulu boya resmini yapar. Paul Klee için de o döneme kadar eserlerinde genelde siyah ve kahverengi tonları tercih ederken, Sidi Bou Said ile tanıştıktan sonra ışık ve renkleri daha çok kullanmaya başladığı söylenir.
Ancak Sidi Bou Said’e damgasını vuran kişi şüphesiz Fransız ressam ve müzikbilimci Rodolphe D’erlanger. Hayatının belli bir kısmını burada geçiren ve buraya adeta aşık olan Baron D’Erlanger’in 1909-1921 yılları arasında burada yaptırdığı saray(Ennejma Ezzahra) günümüzde Akdeniz ve Arap Müziği Merkezi olarak kullanılıyor. Akdeniz’e en çok yakışan bu mavi ve beyaz tonların da D’Erlanger’den sonra beldeye hakim olduğu bilinmekte. Bu nedenle de Sidi Bou Said’in kaderini belirleyen ve akla ilk gelen kişi o’dur.
Günümüzde Sidi Bou Said
Sidi Bou Said günümüzde başkent Tunis’in Montmartre’ı diyebiliriz. Daha çok sanatçı ve yazarların tercih ettiği belde, turistlerin de en çok ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor. Ben de bir akşam üstü havanın kararmasına dakikalar kala gidebiliyorum buraya. Bu güzelim beyaz evlerin, mavi pencerelerin ve begonvillerle süslenmiş sokakların fotosunu çekebilmek için aceleyle koşturuyorum. Aslında bundan tam bir yıl önce yine bir iş gezisinde ve yine akşam üstü gelebilmiştim buraya. O zaman geldiğimde hava kararmıştı ve maalesef bol bol fotoğraf çekip o güzel renklerin ve muhteşem manzaranın tadını çıkaramamıştım! Hatta bu sokaklara ayak bastığımda yağmur henüz durmuştu ve havada mis gibi bir toprak kokusu vardı. Ufak bir keşif yaptıktan sonra tadına varamadan dönmek zorunda kalmıştım. Ama bu sefer daha şanslıyım, zamanım yine kısıtlı da olsa hava aydınlıkken yakalayabilmiştim ve üstelik hava da çok güzeldi.
Bir yandan Akdenize en çok yakışan renkler olsa gerek diye düşündüğüm mavi beyaz tonları fotoğraflamaya çalışırken diğer yandan da anın tadını çıkarmak, ucundan dokunmak ve azıcık da olsa buranın bir parçası olmak istiyordum.
Sidi Bou Said Dükkanları
Seramik, halı ve çeşit çeşit hediyelik eşya satan dükkanlar, nane çayı kokusuyla insanı kendine çeken meşhur kafeler ve tabiî ki o muhteşem kapılar. Kapıların her biri özene bezene işlenmiş ve insanı kendine hayran bırakıyor. Kimisi küçücük bir avluya, kimisi bir kafeye kimisi ise bir sanat atölyesine açılıyor. Ancak hepsinin ortak bir noktası var: mükemmel bir el işlemeciliği. Hepsi başlı başına bir sanat eseri gibi duruyorlar.
Sidi Bou Said’in Meşhur Kafesi: Cafe des Délices
Havanın kararmasına az kaldığı için geçen seneki akşam ziyaretimde keşfettiğim ve buranın meşhur kafelerinden biri olan “Cafe des délices”e doğru yol alıyorum. Küçük bir kapıdan girilen kafenin balkon şeklinde oturma yerleri var ve marinaya yukardan bakan tepenin üzerine kurulmuş. Mükemmel bir manzara beni bekliyor!
Öncelikle birkaç fotoğraf çekip anı ölümsüzleştirmeye çalışıyorum. Sonrasında genelde gelenlerin tercihi olan nane çayını (thé à la menthe) söylüyorum. Bol şekerli, naneli ve üzerine serpilmiş çam fıstıklarıyla gelen çayımı yudumlarken bir yandan da Akdenizin ve Tunus körfezinin o güzel kokusunu içime çekiyorum.
Tunus’a yolunuz düşerse ne yapıp edip buraya küçük bir gezi düzenleyin. Zira Sidi Bou Said, Tunus’ta gezilmesi ve görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Burayı gezip görmeden dönerseniz, bu mavi beyaz küçük cenneti görmediğiniz için bir şeyler eksik kalacak. Gerçi gezip görseniz de aklınız burada kalacak:)
Sevgiyle kalın! Gezibo 🙂