1- Toledo, Ortaçağ’dan bu yana adeta el değmemiş bir şehir. Rahat bir ayakkabı ve hafif giysiler giymeyi unutmayın çünkü Unesco tarafından tamamı açık hava müzesi ilan edilen tek şehir Toledo’yu en iyi yürüyerek gezersiniz. Neredeyse hiçbir yere araçlar giremiyor.
2- Eski bir filmin içinde yürür gibi her adımda şaşkınlıkla dolaşacağınız Toledo’da her yerin kesişim noktası olan Zocodover Meydanı’nına vardığınızda şehir hakkında aklınıza kazınan 3 şey olacak: Çelik, Kale, Merdiven… Şehrin sadece bir kısmı eski binalarla kaplı, halk nerede yaşıyor diye gözleriniz arasa da bir zaman sonra anlayacaksınız ki, her yer dapdar Yahudi Sokakları ve çok eski taş binalarla yüzyıllar önce inşa edildiği gibi sapasağlam duruyor.
3- Neredeyse hiç bozulmamış yapılardan biri de büyüleyici ve ihtişamlı Bisagra Kapısı… Görmeden gelmeyin. Puerto del Sol’dan girdiğimiz için biz az kalsın atlıyorduk…
4- Toledo’da güneş batınca bambaşka bir manzara çıkacak karşınıza. San Martin Köprüsü de ışıkları yanınca büyülü bir kapı bırakıyor fotoğraflanmaya değer.
5- Şehrin meşuru: Churros. Hamur kızartmasının hem tatlı hem tuzlu hem tatsız hem tuzsuz olanı gibi bir şey 🙂 Sıcak ve yanında bir fincan eritilmiş çikolata ile geliyor. Denemek lazım… Seveni çok seviyor.
6- Toledo’nun en tepesine çıktıktan sonra bir hatıra fotoğrafı almayı da unutmayın yorgunluktan 🙂
7- İspanya’nın eski başkenti olan Toledo’nun koruyucu askeri belli ki Don Kişot. Memleketine sadık kalmış. Şehrin ona sadakati de apaçık ortada, her yerde bir izi var. La Mancha Ovası’ndan tek unutulmamış Don Kişot değil; ressam Toledolu El Greco’nun eserleri de çarpıcı.
8- Madrid’den 25 Euro’ya gidiş dönüş tren bileti alırsanız 45 dakikalık yolculuğun ardından tarihi bir istasyonda açacaksınız gözlerinizi… Sadece bu istasyonun atmosferini solumak için bile gitmeye değer…
9- Bu şehre bir daha gidersem sebebi kuşkusuz dapdar sokakları, gelişi güzel dağılmış birbirine kavuşan yolları, bir esrarengiz merdivenleri olacak. Ve mutlaka gideceğim.